Veysel Karani’nin Münacatı

Veysel KaraniÜveys el-Karani ya da diğer bilindik ismiyle Veysel Karani, Peygamber Efendimiz zamanında yaşamış; fakat onu dünya gözüyle hiç görememiş bir veliyullahtır. Rasulullah sağlığında iken Hz. Ömer ve Hz. Ali’ye hırkasını Veysel Karani’ye vermeleri için emanet etmiştir.

Peki Münacat Nedir? Münacat, Ademoğlu’nun acizliğini, fakirliğini, zayıflığını, Allah’a olan muhtaçlığını Allah’a itiraf edip yardım istemesi ve Yüce Allah’ı yine O’nun Kur’an’da belirttiği hikmetli isim ve sıfatları ile övme ve büyüklüğünü takdir etme şeklidir. Veysel Karani’nin Münacatı, maneviyat aleminin büyüklerinin ilgi duyduğu çok önemli bir yakarıştır.   Şiddetle tavsiye ettiğimiz ve mümkünse günde en az 1 kere dahi okunulması gereken bir duadır. Sizlerden ricam bu münacatı okurken tüm içtenliğinizle okumanızdır. Şayet bunu yapabilirseniz o zaman neden bu duaya önem verdiğimizi anlayabilirsiniz. Dünya ve ahiret hayatıyla isteklerinizi bu münacat ile Allah’tan dileyebilirsiniz. Zaten bahsettiğimiz gibi münacatın anlamı, Kur’an ayetlerinden ve Esma-i İlahiden oluşan mübarek ve bereketli kelime ve cümlelerle Allah’a yalvarıp yakarmak, dünya ve ahiret selameti ve saadeti için Yüce Allah’tan isteklerini gidermesini istemek demektir. Veliyullahlar bu münacatı dualarının arasında sürekli okumuştur. Bunları dikkate alarak siz değerli kardeşlerimiz için bu yazımızda Veysel Karani’nin Münacatı’nı paylaşmak istedik.

Münacata başlarken Euzübesmele çekilip Allah’a hamd ettikten sonra okumaya başlanılmadır. Münacat bittikten sonra muradınız ne ise Ulu Allah’tan isteyebilirsiniz. Her helal istek için okunabilir. Rızık ve kısmet için 7 adet, sağlık ve afiyet için 11 adet, özel istek ve ihtiyaçlar için 21 adet okunulması tavsiye edilmiştir. Ne kadar çok dilinizden düşürmezseniz, o kadar çok İlahi mucizelere de şahit olursunuz. Yapmanız gereken tek şey inanarak tüm samimiyetinizle okumaktır.

Veysel Karani’nin Münacatı Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim
İlâhi ente rabbî ve enel abd
Ve entel haliku ve enel mahlûk
Ve enter rezzaku ve enel merzuk
Ve entel malikü ve enel memluk
Ve entel azizü ve enezzelil
Ve entel ğaniyyu ve enel fakir
Ve entel hayyu ve enel meyyit
Ve entel baki ve enel fani
Ve entel kerimu ve enel leim
Ve entel muhsinu ve enel müsi
Ve entel ğafuru ve enel müznib
Ve entel azimu ve enel hakir
Ve entel kaviyyu ve enel da’if
Ve entel mu’ti ve enes sail
Ve entel eminu ve enel haif
Ve entel cevadü ve enel miskin
Ve entel mücibu ve eneddâ’i
Ve enteş şafi ve enel merid

Fağfirli zünubi ve tecavez anni veşfi emradi ya Allahu ya kafi. Ya rabbu ya vafi. Ya rahimu ya şafi ya kerimu ya muafi. Fa’fü anni ve an ebi ve ümmi ve rufekaines sadikıne fi hıdmetil kur’ani vel imani ve an üstadina
saidin nursi radiyıallahü anhü fa’fü anni min külli zenbin ve afini min külli dain verda anni ve anhüm ebeden bi rahmetike ya erhamerrahimine velhamdü lillahi rabbil alemin.

Veysel Karani’nin Münacatı Manası

Bismillâhirrahmânirrahim
Ya İlahi! Rabbim Sensin! Çünkü ben abdim. Nefsimin terbiyesinden âcizim. Demek beni terbiye eden Sensin!..
Hem Sensin Hâlık! Çünkü ben mahlûkum; yapılıyorum…
Hem Rezzak Sensin!.. Çünkü ben rızka muhtacım; elim yetişmiyor. Demek beni yapan ve rızkımı veren Sensin…
Hem Sensin Mâlik! Çünkü ben memlûkum. Benden başkası bende tasarruf ediyor. Demek Mâlik’imiz Sensin…
Hem Sen Azîzsin! İzzet ve azamet sahibisin! Ben zilletime bakıyorum; üstümde bir izzet cilveleri var. Demek Sen’in izzetinin âyinesiyiz…
Hem Sensin Ganiyyi Mutlak! Çünkü ben fakirim. Fakrımın eline yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek ganî Sensin, veren Sensin…
Hem Sen Hayy-ı Bâkî’sin! Çünkü ben ölüyorum. Ölmemde ve dirilmemde, bir daimî hayat verici cilvesini görürüm…
Hem Sen Bakisin! Çünkü ben, fena ve zevalimde, Sen’in devam ve bekanı görüyorum…
Hem Sen Kerîm’sin, umulmadık yerden ihsan edensin, çünkü ben nankör ve cimriyim bu kadar nimetlerin şükrünü eda edemiyorum, senin rızan dairesinde sarf etmiyorum
Hem Sen Muhsîn’sin bütün iyilikler, güzellikler Sendendir, Senden gelir. Çünkü ben kötülük ve günahlara mazharım, suç ve kabahatim çoktur.
Hem Sen Gafur’sun, günahları bağışlayansın. Çünkü ben günahlardan kurtulamıyorum, mağfiretin olmazsa kim beni bağışlar, suçlarımı affeder?!
Hem Sen Azim’sin, azamet sahibisin. Çünkü ben hakirim, Sen olmazsan bir hiçim, hiçbir şeref ve değere sahip değilim.
Hem Sen Kavî’sin, her şeye gücün yeter. Çünkü ben zaifim, Senin yardımın olmazsa hiçbir şeye gücüm yetmez.
Hem cevap veren, atiyye veren Sensin! Çünkü biz umum mevcudat, kalî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz; niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor; maksudlarımız veriliyor. Demek bize veren Sensin.
Hem Sen Emin’sin, Çünkü ben korkuyorum, ancak Seninle emniyet bulurum. Kalplere huzur, akıllara güven veren Sensin, sana korku arız olmaz.
Hem Sen Cevad’sın, cömertsin. Çünkü ben ihsanına muhtacım, Sen ise bol bol verensin, atıyyen bitmez hazinen tükenmez,
Hem Sen dualara icabet eden Mücib’sin. Çünkü dua edip yardıma muhtaç olan benim. Kabul buyurmazsan hangi kapı var gideyim.
Hem Sen Şafîsin, bütün maddî manevî hastalıklara şifa verensin. Çünkü ben hastayım, türlü türlü illet ve hastalıklara müptelayım.

İşte Sen günahlarımı mağfiret et, suçlarımı bağışla, her türlü hastalığıma şifa ver, ya Allah, ya Kâfî, ya Vafî (sözünde duran), ya Rahîm, ya Şâfî, ya Kerim, ya Muâfî (afiyet veren)!
Beni, ana babamı, hizmet-i Kur’aniyye ve imaniyyede sadık arkadaşlarımı, Üstadım Said Nursî’yi (r.a) affına mazhar kıl. Her günahtan beni affeyle, her hastalıktan bana şifa ve afiyet ver. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi erhamürrahimin, rahmetinle benden ve onlardan ebediyyen razı ol. Hamd olsun Âlemlerin Rabbi olan Allah’a.

Veysel Karani’nin Münacatı Arapçası

Üveys Veysel Karani'nin Münacatı
Üveys Veysel Karani'nin Münacatı

Daha önce sitemizde yayımladığımız faziletli münacatları tecrübe etmek isterseniz lütfen BURAYI tıklayınız.

NOT: Sadece Youtube kanalımızda yayınladığımız faziletli dua ve diğer video paylaşımlarımızı kaçırmamak için lütfen BURADAN kanalımıza abone olmayı sakın ihmal etmeyin.

İnsanın Damalarındaki Kan Gibi Dolaşan Düşman: Şeytan

Yüce Allah, Hz. Adem’i çamurdan yaratıp, ruhundan üflediğinden bu tarafa, insanoğlunun ezeli düşmanıdır şeytan. Allah’ın emrine karşı gelerek Hz. Adem önünde eğilmemiş, böylelikle de bulunduğu makamdan kovulmuştur İblis. Bunun üzere şeytan “Rabbim! Öyleyse varlıkların tekrar dirileceği zamana güne kadar mühlet ver” diyerek, insanoğluna karşı öfkesini, kıskançlığını, kinini gizlememiştir. Yüce Allah da iradesi ve hikmeti gereği İblis’in bu isteğini yerine getirmiş ve İblis’e de şöyle buyurmuştur: “Haydi git! Ancak, haberin olsun ki, onlardan sana uyanlarla beraber hepinizi bekleyen ceza, yaptıklarınızın tam karşılığı olmak üzere, cehennem olacaktır! Haydi, şimdi onlardan gücünün yettiğini sesinle ayart; tüm imkanlarını kullanarak onların üzerine yüklen ve böylece onların, mallarına ve evlatlarına ortak ol; onlara vaatlerde bulun; çünkü onlar bilmezler ki şeytanın vaat ettiği şey ancak bir aldatmadır” İsra, 17/63-64

Şeytan

İnsanın içinde dolaşan şeytan

Bir Ramazan gecesi Sevgili Peygamberimiz itikafta iken eşi Hz. Safiyye onu ziyarete gelir. Bir sürü muhabbet ettikten sonra eve dönmek üzere kalkar. Peygamber Efendimiz de onu kapıya kadar uğurlar. Bu sırada orada geçmekte olan iki sahabe Resulullah’ı görünce oradan görünmeden hızlıca uzaklaşmak isterler. Sahabelerin telaşının gören Resulullah, “Durun! Bu eşim Huyey kızı Safiyye’dir” der. Sevgili Peygamberimiz’in açıklama yapma gereği duymasından mahcup olan sahabeler, “Sübhanallah Ey Resulullah” diyerek, kendisi hakkında akıllarına en ufak şüphe gelmediklerini söylediler. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi de, “Şeytan, kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır. Doğrusu, şeytanın kalplerinize yanlış düşünceler getirmesinden endişe ettim” diye buyurur.

Nasıl kan damarlarımızda sessizce dolaşıyorsa, şeytan da sinsice hareket ederek, türlü hileleriyle bizleri aldatmak için her fırsatta karşımıza çıkar. Sanki beynimizin içinde gezinir gibi insanlara vesvese vererek aldatmaya çalışmaktadır. Aldatma şeytani bir özellik olduğundan, bütün kötülükleri simgeleyen şeytan olarak anılır İblis.

İblis’in son umudu: Tevbe

Rivayete göre İblis, Hz. Musa’nın yanına gelerek, “Allah’ın elçi olarak seçtiği ve onunla konuşan kişi sen misin?” diye sorar. Hz. Musa da, “Evet benim, fakat sen kimsin? Neden soruyorsun?” diye İblis’e karşılık verir. Kim olduğunu açıklamadan İblis, “Yarattıklarından birinin tevbesini kabul etmesini Allah’a bildirmeni istiyorum” der. Bunun üzerine Hz. Musa’ya Yüce Allah’tan bir vahiy gelir; “Ya Musa! Ona de ki; senin hatırına isteğini kabul ediyorum. Lakin tevbesini kabul etmem için Hz. Adem’in kabrine secde etmesi gerekir. Bunu yaparsa tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlarım.” Hz. Musa, Allah’ın vahyini İblis’e ilettikten sonra, İblis çok sinirlenerek eski kibirli haline geri döner ve; “Ben cennette iken secde etmemiştim. Şimdi ölüsüne mi edeceğim?” diye alaycı bir karşılık verir.

İnsanın zaaflarından yararlanır

Şeytan, her fırsatta insanoğlunun karşısına çıkar ve zaaflarını kullanarak onu İslam’a giden yolda yolundan saptırmaya çalışır. Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yaptığı gibi aldatıcı vaatlerde bulunarak insanı yanlış yollara yönlendirmektedir. Mamafih Yüce Allah, kendisini zikreden ve anan kullarını şeytanın türlü hilelerinden koruyacağını ve merhamet edeceğini Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtmiştir.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Cinler Alemi

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde cinlerin varlıkları açıkça beyan edildiği gibi müstakil olarak “Cin Suresi” de mevcuttur. Cin, kelime anlamı olarak Arapça örtmek, gizlenmek anlamına gelmektedir. Çoğulu “Cinni” şeklindedir. Beş duyu ile algılanamamalarından dolayı, zamanla Cinler hakkında birbirinden farklı tasavvurlar oluşmuştur.

Cinler

Cinlerin Yapısı

Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtildiği üzere Cinler, dumansız ateşten yaratılmışlardır. Yaratıldıkları ateş ile alakalı iki nitelik yer almaktadır. Bunlardan biri “Semum” yani dumansız ateştir, diğeri ise ateşin kırmızı, yeşil ve sarı renklerinin karıştığı yer anlamına gelen “Maric”‘dir. Cinleri meleklerden ayıran başlıca özelliklerden biri de, meleklerin nurdan cinlerin ise ateşten yaratılmalarıdır. Mahiyetleri itibariyle de görünmezlerdir.

Yaptıkları işler bakımından da kendi aralarında üç sınıfa ayrılmaktadırlar: İfrit, Hubbel ve Ğul. İçlerinde en güçlü olanları İfrit hakkında, Kur’an-ı Kerim’de bir kıssa geçmektedir. Neml Suresi’nde geçen ayette bir ifrit Hz. Süleyman’a Sebe Melikesi’nin tahtı için; “Sen makamından kalkmadan önce ben onu saba getirebilirim, bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir biriyim” demiştir. Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, ifritler güçlü, kurnaz ve iş bitiricidirler.

Cinler gaybı bilir mi?

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de cinlerin semanın üst katlarına çıkıp, Allah’tan bilgi aldıkları konusu şiddetle reddedilmiştir. Zira, Yüce Mevla gaybı kendisinden başka kimsenin bilemeyeceğini, ancak elçilerinden dilediğini seçerek ona gaybı bildireceğini, Neml Suresi 65. Ayet-i Kerime’sinde buyurmuştur. Nitekim, emrinde cinleri çalıştıran Hz. Süleyman’ın vefatını, cinler ancak kurt asasını kemirip Hz. Süleyman yere düşünce fark etmişlerdi.

Cinlerin İnancı

Tıpkı insanlar gibi cinler de akıl ve irade sahip oldukları için ibadetle mükelleftirler ve insanlar gibi inançlıları – inançsızları, iyileri -kötüleri, hayırlıları – şerlileri bulunmaktadır. Yine Yüce Kitabımız’da cinlere ve insanlara nice uyarıcı peygamberler gönderildiği bahsedilmektedir. Cinlere gönderilen peygamberlerin kendi toplumundan yani cinler olma olasılığı yüksektir. Fakat Son Nebi Muhammed Mustafa (SAV), hem cinlere hem de insanlara elçi olarak gönderilmiştir, bu sebepten dolayı da kendisine “Resulüs Sakaleyn” yani “iki toplumun da peygamberi” olarak adlandırılmıştır.

Şeytan

Şeytan bir cin midir?

Cinler ile ilgili diğer bir husus ise, cin ile şeytan arasındaki bağdır. Allah-u Teala, Hz. Adem’e secde edilmesini emrettikten sonra, bu emre şeytan kibirlenerek karşı çıkmıştır. Kehf Suressin’de bu olay şöyle geçmektedir: “Hani biz meleklere: Adem’e secde edin! buyurmuştuk da, onlar hemen secde etmişlerdi. Ancak İblis müstesna. Çünkü o cinlerden idi, bu sebeple Rabbinin emrinden çıktı”. Şeytanın cinlerden olduğu açıkça ayette geçmektedir. Bu sebepten dolayı İblis yani şeytan bir cindir ve ama bütün cinler İblis gibi kendilerini kötülüğe adamamışlardır.

Kötü cinlerden korunmak

Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV), kötü cinlerin insanlar üzerindeki etkisinden kurtulmak ve cinlerin musallat olmamaları için Allah’a sığınmamızı tavsiye etmekle birlikte, Felak ve Nas Surelerini, ayrıca da Ayetel Kürsi’yi okumamızı öğütlemiştir.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Nurdan Yaratılan Varlıklar: Melekler

Her şeyden evvel, on sekiz bin alemin tek sahibi olan Allah vardı. Daha sonra hikmetinden ve kudretinden sual olmayan O, yeri ve göğü yarattı. Ve sonra Melekler nurdan yaratıldılar. Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği. Cebrail’in himayesine bir ordu verildi. Tüm nebat ve gökten inen yağmur Mikail’e emanet edildi. Arşı taşıma göreviyle birlikte kıyamet borusunu üfleme görevi de İsrafil’e verildi. Ve canı bedenden ayırma görevi ise ölüm meleğine verildi.

Şeytanın insanın yaratılışına gösterdiği tepki gibi, melekler nurdan yaratıldıkları için asla kibirlenmediler. Şeytan ateşten yaratılmasıyla meleklerin nurdan yaratılması, birbirinin zıddı varlıklar olarak yaratıldığını göstermektedir. Yüce Allah, Cebrail’i, Mikail’i, İsrafil’,, ölüm meleğini, kabirde hesaba çekecek olan Kiramen Katibin Meleklerini ve daha birçok meleği yaratmış, onlara çeşitli görevler tayin etmiştir. Hepsinin ortak noktası Yüce Allah’a ibadet etmek ve O’nu yücelterek isteklerini harfiyen yerine getirmektir.

İnsanoğlu ile bağı

Yüce Mevla Hz. Adem’i topraktan yarattıktan sonra meleklerine, Hz. Adem’in önünde saygı ile eğilmelerini, Hz. Adem’e de melekleri selamlamasını emretti. “Es-Selamü Aleyküm” diye melek topluluğunu selamladıktan sonra Hz. Adem, “Es-Selamü aleyke ve rahmetullah” diye karşılık verdi melekler. Melekler selamlarına Allah’ın rahmetini ekleyerek, insanoğlu ile melekler arasındaki ilk sevgi bağı da böylelikle o noktada kurulmuş oldu.

Melekler

Varlıklarının kabulü

Meleklerin varlıkları Hz. Adem’in yaratılışından beri tamamen inkar edilmemekle birlikte, zaman içerisinde onların varlıkları hakkında çeşitli inanışlar ortaya çıkmıştır. Mahiyetleri hakkında bilgimiz sadece Kur’an-ı Kerim’de ki ayetler ve Peygamber Efendimiz’in hadisleriyle sınırlıdır. Fatır Suresinde meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatlı elçileri olduğunu Yüce Mevla bildirmiştir. Fakat bu kanatların içerikleri konusunda da tam bir bilgimiz bulunmamaktadır. Bahsi geçen kanatların bildiğimiz kuş kanatları gibi algılanmaması gerekmektedir. Bazı resimlerde insan suretine kanat takılarak melek tasvir edilmekte olup, bu tasvir İslam düşüncesi bakımından asla kabul edilemez.

Yüce Allah hem meleklerden hem de insanlardan elçiler seçtiğini buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden de anlaşılacağı üzere, birçok kere melekler insan suretine girip Allah’ın mesajlarını peygamberlere iletmişlerdir. Her insanın bir meleği olduğunu ve her meleğinde bir insanı olduğunu unutmayınız.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

En Güzel İsimler O’nundur

“De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü En Güzel İsimler O’nundur.” İsra Suresi 17. Ayeti Kerimesi

Sevgili Peygamberimiz bir gün Mekkeli müşriklerin acımasız eziyetlerine karşı merhametlilerin en merhametlisi olan Allah‘a ellerini açmış dua ediyordu. Dua ederken “Ya Allah, Ya Rahman!” diyerek Yüce Mevla’ya yakarıyordu. Tam bu sırada bir grup müşrik Peygamber Efendimizi dinlemekteydi ve duydukları bu yakarıştan oldukça memnun olmuşlardır. Zira Peygamber Efendimizin sözde açığını bulmuşlar ve bizi bir tek Yaratıcı’ya kulluk etmeye çağıran Muhammed, kendisi hem Allah’a hem Rahman’a dua ediyordu, diye söylenti yaymaya başlamıştılar. Bu sözler üzerine Yüce Yaratan şu ayeti indirdi: “De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü En Güzel İsimler O’nundur.”

Müşriklerin bu temelsiz inanışlarını değiştirmek oldukça zordu. Fakat Allah-u Teala Habibini asla yalnız bırakmayıp, bu asılsız inanışlara karşı ilahi vahiylerini göndermeyi sürdürdü. “Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. En Güzel İsimler O’nundur.” Böylelikle Allah, kendisinin tek bir ismi olmadığını ve O’na seslenirken diğer isimleriyle de dua edebileceğimizi bizlere buyurmuş oldu.

En Güzel İsimler O'nundur

Yüce Allah’ın Bilinen ve Bilinmeyen İsimleri

Kudreti, Hikmeti ve İlmi sonsuz Rabbimizin isimlerinin de doksan dokuz ile sınırlı olmasını beklemek doğru olmaz. Nitekim Tevhid Elçisi Peygamberimiz Allah’ın isimlerini saymakla bitiremeyeceğimizi söylemiştir. Birçok İslam alimine göre de zaten doksan dokuz rakamı sonsuzluğa delalet eden bir rakamdır. Nihayetinde altı farklı hadis kaynaklarında 25 isim farklılık arz etmektedir. Esasen Peygamber Efendimiz, Yüce Allah’ın tüm isimlerini bilmediğini vurgulamış ve dualarında: “Allah’ım! Kendini isimlendirdiğin, yarattıklarına öğrettiğin, Kitab’ında indirdiğin ve insanlardan gizli tutarak sana has gayb ilminde saklamayı tercih ettiği bütün isimlerin yalvarıyorum sana!” demiştir.

Allah’u Teala’nın zatını göremesek de, O’nun her bir ismi bizlere farklı bir yoldan kendini hissettirir. O’nun isimlerinin her bir parçası, Allah tasavvurunu tamamlayan öğelerden biridir. Bu manada Allah’ın isimlerini kuru kuruya ezberlemek yerine, bu isimlerin manalarını öğrenerek bu isimlerle duamızı etmeliyiz. Bizler bu isimlerin manalarıyla yaşamlarımızı biçimlendirip, ahlakımızı o yönde doğrultmalıyız. Ezberlemek yerine, bu isimlerin derin anlam ve faziletleriyle tecellilerini ummalıyız.

Allah, hiç ummadığım anda ve yerde bizimledir. O halde, isimlerinin manalarını öğrenerek, isimlerinde O’nun izlerini bularak, tecellisini ummalıyız.

Dua ile kalın!

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Allah Birdir, Hiçbir Şeye Muhtaç Değildir

İnsanoğlu, kendisini yoktan yaratan, kendisine sayısız nimetlerde bulunan ve alemlerin Rabbi olan Allah’ı hep merak etmiş, zatı ve mahiyeti hakkında hep daha fazla bilgi edinme arayışına girmiştir. Bu sebepten dolayı Yüce Yaratıcı’nın hakkında türlü sorular üretilmiştir. Bu tarz soruların insan zihnini bulandıracağını bilen Son Peygamber Muhammed Mustafa (SAV), ashabını bu konuda uyarmış ve bu tarz sorularla karşılaşmaları durumunda “Allah birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, fakat her şey O’na muhtaçtır, O doğurmamış ve doğmamıştır. O’nun bir dengi de yoktur” demelerini istemiş, sonra da akılları bu sorularla meşgul eden şeytandan korunmak için “Euzü billahi mineşşeytanirracim” diyerek Allah’a sığınmalarını öğütlemiştir.

Allah birdir

Ayetel Kürsi

Bir keresinde kendisine sorulan “Allah bizi yarattı, peki Allah’ı kim yarattı” sorusundan rahatsız olan sevgili Peygamberimiz, “Allah tektir ve Samed’dir. O doğurmadı ve doğmadı. Hiçbir şey Ona denk değildir” diye belirtmiştir. Zira Hz. Allah yaratılmış hiçbir bir varlığa benzememektedir. O’nun eşi ve benzeri asla yoktur. O hiçbir anne veya babadan olma değildir ve varlığını sürdürebilmek için hiçbir şeye muhtaç değildir. Bu bağlamda her bir inananda doğru bir Allah inancı oluşsun diye Ayetel Kürsi’yi dilimizden düşürmemizi bizlerden istemiştir.

“Allah, O’ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde ve yerde olan ancak O’nundur. O’nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka, ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O’na ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür.”

Ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere Yüce Allah, Peygamber Efendimiz tarafından “Çok bağışlayan, hükmünde galip olan, yerin, göklerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan, mağlup edilemeyen ve daima galip olan bir tek Allah’tan başka ilah yoktur” şeklinde belirtilmiştir.

İnsanoğlu sadece Yüce Allah’ın zatı ve mahiyetinin nasıl olduğunun merakıyla sınırlı kalmamış, kendisine yakın olup olmadığını, O’na seslendiği zaman kendisini işitip işitmediğini ve O’nu nerede bulacağını hep merak etmiştir. Bu merakı giderecek olan da yine Kutsal Kitabımızdaki Yüce Mevla’nın sözleridir; “Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara), ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde ona karşılık veririm.”, “Biz insana şah damarından daha yakınız.” diye buyurmuştur Hz. Allah.

Bizlere şah damarımızdan daha yakın olan Allah, sadece bize yakın olmakla kalmayıp aynı zamanda her halimizi gören, hatta gizli konuşmalarımızı bile işitendir. İşte Yüce Yaratan içimizden geçeni bilecek kadar bize yakındır. Allah birdir ve hiçbir şeye muhtaç değildir.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Salvele Nedir? Salvele Neden Önemlidir?

Salvele Nedir? Salvele Neden Önemlidir? Salvele Nasıl Okunur? Salvele İle İlgili Hadisler Nelerdir? bu yazımızda sizlere bu bilgilere ışık tutmuş olacağız.

Salvele Nedir

Salvele; dua, rahmet ve mağfiret anlamına gelen “salat” ile esenlik, selamet ve barış anlamına gelen “selam” kelimelerinden oluşan “salat-ü selam”, “salavat getirme” anlamına gelmektedir. Kültürümüzde en yaygın Salvele, “sallallahu aleyhi vesselem”‘dir. Son Peygamber Muhammed Mustafa (SAV)’e Salavat getirmek, bizlerin ona olan bağlılığın bir simgesidir.

Salvele Nedir

Salvele Neden Önemlidir?

Bir gün Resulü Ekrem Mescid-i Nebevi’de ashabı ile oturmakteyken, içeri yalnız başına bir adam geldiğini görür. Bu zat namazını kıldıktan sonra “Allahümmağfirli li verhamni” diye dua eder. Bunun akabinde Resulullah, “Bu adam acele etti” diye buyurdu. Sonra adamı yanına çağırarak ona ve yanında bulunan ashabına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Yüce Rabbine hamd ve sena etmekle başlasın, sonra Peygamber’e salat getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.” Zira her işin olduğu gibi, duanın da bir adabı vardır. Kişi, öncellikle Allah’tan bir şey isteyeceği zaman, O’na olan saygısını sunmalı ve hamd ü sena etmelidir ve akabinde de bizlere şefaatçi olacak Peygamber Efendimize de salavat getirmelidir.

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde salavatın öneminden bahsedilmektedir. Ahzab Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” Ayette belirtilen Allah’ın Peygamberine salat getirmesi, onu övme, arındırma, rahmet ve mağfiret etme; meleklerin salat getirmesi, dua ve istiğfar dileme; inananların salavat getirmeleri ise dua etme, rahmet ve bereket dileme anlamlarına gelmektedir.

Peygamber Efendimiz, hayatı boyunca ailesi gibi gördüğü tüm müminleri korumuş, kollamış, kötülüklere karşı karşı kol kanat germiştir. Müminlerle ırsi akrabalıktan öte, rahmet, bereket ve iman yakınlığı kurmuştur. Son Peygamber Muhammed Mustafa (SAV)’in, müminler için bir kandil gibi yol gösteren ve ışık tutan olduğunu haber veren Allah-u Teala, müminlerden ona salvele yani salat-ü selam getirmelerini istemiştir. Bu sebepten dolayı da Hz. Peygambere salavat getirmek, bir bakıma ona olan şükran borcumuzu yerine getirmek demektir.

Salvele

Salvele Nasıl Okunur ve Ne Zaman Okunmalıdır?

Sahabiler, yaşamını ve öğretilerini örnek aldıkları Peygamber Efendimiz ile her an duygusal bir iletişim sağlayacak vasıta ararlarken, Resulullah “Allahüme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahim. Ve barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala ali İbrahim. İnneke hamidün mecid.” demelerini onlara öğütlemiştir.

Peygamber Efendimiz ashabına sadece salavat getirmeyi öğretmekle kalmamış, nerelerde ve nasıl salavat getirileceğini de öğretmiştir. Özellikle ibadetin direği olan namazların ardından tahiyyatın sonunda salat-ü selam getirmelerini istemiştir. Kendisine bir salavat getirene, Allah da o kişiye 10 salavat getireceğini buyurmuştur. Müezzini duyduğumuzda, mescide girip çıkarken salavat getirmemiz hep tavsiye edilmiştir. Yine Cuma günlerinden söz edilirken Allah’ın Resulü, o gün kendisine çokça salavat getirilmesini, zira o getirilen salavatların hepsinin kendisine arz olunacağını söylemiştir.

Peygamber Efendimize salavat getirmek, ona duyulan sevginin ve onun sünnetine olan bağlılığımızın bir göstergesidir. Bu sevgiyi ve bağlılığı ifade etmenin en güzel aracı Salveledir.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Hamdele Nedir? Hamdele Neden Önemlidir?

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha ile başlar. Birçok ismi olan bu suresinin halkımız arasında en çok anılanı da “Elhamd”‘dır. Zira Rabbimiz kitabına Besmele ve Hamdele ile başlamıştır. Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha’nın “Bismillahirrahmanirrahim” ve “Elhamdülillahi Rabbi’l-alemin” (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur) ile başlaması, önemli işlere başlarken Allah’a hamd ile başlanmasını bizlere örnekler. Nitekim bu hususta Son Nebi Muhammed Mustafa (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah’a hamd ile başlanılmayan her önemli iş noksandır”.

Rabbimiz’in ilk sure olan Fatiha’yı neredeyse hamd öğretisine ayırması oldukça manidardır. Yüce Allah’a bu surede nasıl hamdedileceği ve nasıl iman edileceği bizlere bildirilmiştir.

Hamdele

Hamdele Nedir?

Hamd, kelime olarak iyilik, güzellik ve övme anlamına gelmektedir. Hamdele ise Allah’a hamdetmek demektir. Ayet ve hadislerde ise hamd genellikle Yüce Allah’a yönelik şükür, sena ve övgüyü ifade etmektedir. Burada önemli bir noktayı belirtmek isterim ki; her hamd bir şükür olmasına rağmen, her şükür bir hamd sayılamaz. Hamd’ın şükürden daha kapsamlı bir manası mevcuttur. Zira bir hadiste Peygamber Efendimiz, “Hamdetmek, şükrün başıdır, Allah’a hamdetmeyen şükür de etmemektedir.” buyurmuştur.

İçerdiği anlam itibariyle “sena” kavramı da hamd ile yakın ilişkilidir. Genel kanaat “sena”‘nın hamd ve şükür kavramlarını içeren bir kelime olduğu yönündedir. Hamd, kadir kıymet bilmektir, saygıdır, senadır, övgüdür, takdir etmektir. Hamd bir beladan kurtulma durumun, kişi o beladan koruyan ve kurtaran Yüce Allah’ı anma ve O’nun yüceliğinin bilincinde olmadır.

Hamd Etmek

Hamdele Neden Önemlidir

“Allah’a hamd ile başlanılmayan her önemli iş noksandır, bereketsizdir” hadisinden yola çıkacak olursak, hamdetmenin nedenli önemli olduğu bizlere açıkça bildirilmiştir. Hamd, bizlerin Rabbine olan kulluk ifadesidir ve tüm insanlığın ortak vasfıdır. Zira Peygamber Efendimiz bir hadista bizlere şöyle buyuruştur: “Allah’ın verdiği nimet karşısında kulun Elhamdülillah diyerek hamdetmesi, o nimetten daha da değerlidir.” Bu sebeple iman sahibi kişiler Rablerine hep hamdetmişlerdir. Peygamber Efendimiz bu hususa çok önem gösterirdi. Nitekim hutbesine başlarken, yemekten sonra ve uyandıktan sonra Yüce Allah’a hamdederdi. Hatta bazı hadislerde yemek yiyen ve yeni bir elbise giyen kişinin hamdetmesi, geçmiş günahlarının bağışlanmasına vesile olacağı belirtilmiştir.

Hamd ve şükür, kulluğumuzu ve Yüce Allah’ın varlığını bizlere hissetmeye vesiledir. Hamdederek yaptığımız her işi Rabbimiz sayesinde yapıldığı bilincine varırız ve O’nun ismini zikrederek yine O’na teşekkür etmiş olmaktayız. Bu sebeple her hayırlı işe başlanırken “Elhamdülillah” diyerek başlanmalı ve her hayırlı bir işin sonunda ya da bir musibetten kurtulduğumuzda da yine Yüce Yaratan’a hamd ve şükür edilmelidir.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Her Hayrın Anahtarı Olan Besmele

İslamın en büyük alametlerinden biri olan Besmele, gerek önceki peygamberler tarafından, gerekse de tüm varlığın dillerinden düşürmediği, hayrın anahtarı olan bir kelamdır. Kutsal kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’de 114 defa geçtiği gibi, bazı kıssalarda da besmelenin önemine yer verilmiştir.

Besmele

İslamiyet Öncesi Besmelenin Önemi

Neml Suresinde, Hz. Süleyman’ın bir kıssası yer almaktadır. Hz. Süleyman Sebe kraliçesi Belkıs’a bir mektup yazar ve mektup “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlamaktadır. Hatta bu yüce kelam Hz. Süleyman’dan önce Hz. Nuh’un dilinde de görülmüştür. Hud Suresinde, Hz. Nûh, kendisine inananları tufandan kurtarmak için, “Haydi gemiye binin! Yüzerken de dururken de Allah’ın adını anın” demiştir. Kur’an’da anlatılan bu kıssalar, İslam’ın en önemli sembollerinden biri olan besmelenin ne kadar köklü olduğunu bizlere göstermektedir.

Hayırlı Her İşin Başında Besmele

Besmele, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla anlamına gelen “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesinin anlamıdır ve her hayırlı işe başlarken bunu söyleyerek Allah’ı anmış oluruz. Kur’an’da ilk olarak inen ayet ve İslam vahyinin başlangıcı olan “İkra bismikellezi halak” besmeleyi içermektedir. Ama Müslümanların besmele ile ilk tanışmaları yukarıda anlattığımız Hz. Süleyman kıssasında geçen olaydan sonradır. Bahsi geçen olay Mekke’de inen Neml suresinde geçmektedir ve hatta Peygamber Efendimiz de mektuplarına hep besmele ile başlamıştır. Besmeleden maksat Allah’ı anmak ve O’nu zikretmektedir. Allah’ı anarak başlanan işler hayırlı olmuştur. Bazı kaynaklarda besmele olarak sadece “bismillah” yer almaktayken, bazılarında ise “Bizikrillah” geçmektedir. Fakat alimlerimiz besmele okurken en güzel ifadenin “Bismillahirrahmanirrahim” olduğunu, “Bismillah” demenin de besmele yerine geçeceğini belirtmişlerdir.

Besmele

İster dünyevi olsun isterse uhrevi olsun bir Müslüman her işe başlarken besmele okuyup Allah’ı anarak, O’na kulluğunu ve O’nun ilahlığını dile getirmelidir. Bizler besmele çekerek yapacağımız işi kendi adımıza değil yalnız ve yalnız Yüce Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun izni doğrultusunda yaptığımızı bir bakıma beyan etmiş oluruz.

Besmelenin ne denli önemli olduğunu anlatan bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurur: “Bismillahirrahmanirrahim ile başlanmayan her anlamlı iş, bereketsiz ve sonuçsuzdur”. Hadisten de anlaşıldı üzere, her anlamlı işe başlanırken Allah’ın adını anarak onu hatırlama, teşebbüs edilen işin manevi değerini ve bereketini artırdığı gibi, hayırlara vesile olmasını da sağlayacaktır. Besmelenin okunmadığı işler ise, bereketsiz ve hayırlardan uzak olacaktır. Şu bağlamda her işe ve söze başlarken mümin olarak besmele okumayı asla ihmal etmemeliyiz. Zira her hayrın anahtarı besmeledir.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

Allah’a Sığınmak

İnsanoğlunun yaşadığı ilk tecrübe Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yüksek makamdan kovulup dünyaya düşmesiyle başlamıştır. İnsanlığın ebeveyni olan Hz. Adem ve Hz. Havva, Yüce Yaratıcı’nın emrini bir anda unutmuşlar ve bunu fırsat bilen şeytan ise asılsız vaatlerle yaklaşmamaları gereken bir ağaca yaklaştırarak onları kandırmıştı. Bulundukları makamdan aşağı bir makam olan dünyaya düşen Hz. Adem ile Hz. Havva yalnızlık ve çaresizlik içerisinde yapmış oldukları hatanın da farkına vararak Allah’ın affına, merhametine ve O’nun sonsuz kudretine sığınmışlardı.

Allah'a Sığınmak

Peygamberler Her Daim Allah’a Sığınmışlardır

Hz. Adem ve Hz. Havva’dan sonra da Allah’ın seçtiği tüm ilahi önderler ve elçiler aynı şekilde Allah’ın himayesine sığınmayı bir yaşam tarzı olarak hayatlarına entegre etmişlerdi. Örneğin; Hz. Nuh, hakkında bilgisi olmayan şeyleri yine Rabbine sığınmış (Bakara 2/36), Hz. Yusuf hem kendisiyle birlikte olmak için ısrar ve tehdit eden Züleyha için, hem de kardeşlerinden gelen haksızlığa karşı “Maazallah! Allah’a sığınırım” (Araf 7/21, Ta-Ha 20/10) demiş, Hz. Musa da kavmine karşı alaycı bir tavır takınarak cahillik etmekten (Bakara 2/67), kendisini öldürmek isteyen Firavun gibi ahirete inanmayan kibirlilerden (Mü’min 40/27) ve onların düşmanlıklarından (Duhan 44/20) Rabbi olan Allah’a sığınmıştı.

İnsanlığa rehber olarak olarak gönderilen peygamberlerin, evliyaların ve salih kulların dualarında da görüldüğü gibi, insanın fıtratıyla uyumlu olması ve benliğiyle çelişmeme arzusu bizler için en büyük sığınma sebebidir. Zira insanoğlu için en büyük tehlike kendisini kaybetmesi, azgınlığa ve fenalığa sürüklenip yolunu kaybetmesidir. Bu sebeplerden dolayı alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz bizlere kötülerden ve kötülüklerden korunmayı hep öğretmiştir. Rabbimizin bizlere Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de de bildirdiği gibi, şeytan bizleri doğru yoldan şaşırtmak için ahdettiği için, onu düşman olarak tanımalıyız ve onu yapacağı kötülüklerden Allah’a sığınmalıyız.

Şeytanın Telkinlerinden Allah’a Sığınmak

Yüce Mevla, “Muavvizeteyn” olarak bilinen iki özel surede Resulü’nün ve tüm inananların şeytandan ve onun hilelerinden ve de davranışlarından O’na sığınmamızı istemiştir. Peygamberimiz de Felak ve Nas surelerini okuyarak Allah’a sığınmayı prensip edinmiş ve kendisi gibi tüm sevdiklerinin de yatmadan önce muhakkak okumaları için tavsiyelerde bulunmuştur. Zira Peygamber Efendimizin de söylediği gibi şeytan bedenimizde dolaşan bir kan gibidir. Bizleri özümüzden uzaklaştırmak isteyerek, kötülüklere sevk eden bir aktördür. Bu kötülükten korunmanın en güzel yolu Allah’a sığınmaktır. Unutmayalım ki, Rablerine sığınan inananlar üzerinde şeytanın hiçbir etkisi yoktur.

Yine Peygamberimiz çeşitli vesilelerle ashabına öfkeli anlarında, onlara hiddet aşılayan şeytandan Allah’a sığınmaları konusunda öğütlerde bulunmuştur. Nitekim bir keresinde Peygamber Efendimiz (SAV)’in yanında birbirine hakaretler ederek aşırı derece hiddetlenen kişilere, Euzübillahimineşşeytanirracim demeleri hallerinde, öfkelerinin geçeceğini söylemiştir.

Hz. Adem’in yaratıldığından beri şeytanın temel amacı, düşmanı olduğu insanoğlunu doğru yoldan saptırarak imanını kaybettirmektir. Bu sebepten dolayı bizler her şeyden evvel imanımızı kaybetmekten Allah’a sığınmalıyız. Bu nedenle Peygamberimiz özellikle ümmetine öğretmek açısından dualarında öncelikle inan zarar verecek ahiret mutluluğunu sekteye uğratacak durumlardan ve olumsuz davranışlardan Allah’a sığınmıştır.

Allah'a Sığınmak

Darlıkta Allah’a Sığınmak

Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin en çok günah işlemekten ve borçtan Allah’a sığındığını söylemiştir. Borçlu yaşamaktan Allah’a sığınan Peygamber Efendimiz, ashabından borçlu olanların Allah’a sığınmalarını, O’nun yardımını istemelerini öğütlemiştir. Bir keresinde müminlerin annesi olan Hz. Aişe Peygamberimize “Borçtan ne kadar da çok Allah’a sığınıyorsunuz?” diye merakını dile getirince, Son Peygamber Muhammed Mustafa (SAV) de, “Borçlanan kimse konuşur ama yalan söyler; söz verir ama sözünü yerine getiremez.” diyerek, borçlu kimsenin olumsuz davranışlar sergileyebileceğine de dikkat çekmiştir.

Allah’a sığınmak, hadis kaynaklarından aktarılan bilgiler doğrultusunda Peygamber Efendimizin yaşamının bir parçası haline geldiğini görmekteyiz. Şu halde Müslüman olan bizler her daim bize şah damarımızdan daha yakın olan gerçek Yüce Dost’a sığınmalıdır. Bu sığınma bizim Allah’a kulluğumuzun en temel göstergesidir. Böylelikle acizliğimizi ve güçsüzlüğümü kabul ederek, kudret sahibi Allah’a teslim olup, O’nun himayesine sığınmalıyız. Peygamber Efendimizin öğrettiği Allah’a Sığınma Dualarını da dilimizden düşürmemeliyiz.

Diğer video paylaşımlarımızı izlemek için lütfen Youtube Kanalımıza abone olmayı ihmal etmeyin!

error: Bunu Paylaş kısmından paylaşabilirsiniz!!!